22 Haziran 2011 Çarşamba

Dün gece hayatımda ilk kez Teoman Konserine gittim, Kuruçeşme Arena’da süper eğlenceli bir akşam oldu. Doğrusu, teoman deli gibi eleştirilen bir adamdır ya canlı performans konusunda, çok büyük hata bence bu. Adam hiç duraksamadan iki buçuk saat şarkılar söyledi. Deli kalabalığı çok eğlendirdi.

Derken, sabah uykusunu alamamış bir enerjik olarak hop diye fırladım yataktan. Teoman rüyama girmemişti, hayır ama hemen teoman dinlemeye başladım pek keyifle.

İlle de rüyama girmesi gerekmez ki zaten! Ancak elbette sahne performanının yanında, kayıttan dinlemek yavan kalıyor.

Seviyorum merkez, duysun herkes!

Gülümseme ile başlayan güne hayranım!

21 Haziran 2011 Salı

Selam!

Kendime bişey söylemek istiyorum: evet hayat güzel, kuşlar böcekler doğa vs ama insan mutsuz... bişeyler yap kendin için ve mutluluğunu bul. Mutluluk kaynağını bul çıkar olduğu yerden. Çünkü herkese tutunacak bir düşünce gerek. Dal değil bak, düşünce.

Eğer seni mutlu edecek bir düşüncen yoksa, dipsiz kuyudasın demektir. Öyle birşey ki bu, sonu gelmez ve sonu gelse dahi bilemezsin, çünkü aradığını bilmeyen bulduğunu anlamazmış...

Bazı insanlar mutlu bir beraberlik düşüncesinde, bazı insanlar bir çocuk sahibi düşüncesinde ve bazıları iyi bir iş düşüncesinde mutluluğu yakalarlar ve orası onların yuvası olur, zor günlerinde o yuvaya sığınır ve tehlikenin geçmesini beklerler.

Şimdi kendine bak, bu kadar basit ve temel örnekler üzerinden kendine bak: mutlu bir beraberliğe ne kadar yakınsın ya da bu düşünce seni ne kadar çekiyor? Üzerine düşünmeyeceğin kadar az değil mi? Peki o zaman, sırada çocuk sahibi olmak düşüncesi var... kendini bildin bileli hayalin mi bu senin, hadi canım... o zaman neden koşulları değerlendirmedin? Çünkü gerçekten istemiyorsun değil mi? Sadece bunu düşünmek ve bu düşünceyi paylaşmak güzel, sende bu kontenjanda bişeyler söyleyip duruyorsun... gerçekten istediğin yok, hatta korkuyorsun bile bundan... beklemeye devam et ve ellerin gerçekten boş kaldığında bire kez daha düşünme sakın!

İş iş iş, zaten çok seviyorsun işini, kariyer gibi şeylerin üzerinden yaşamadığın için bu zaten sana göre bir düşünce değil. Çocukluğunda olmak istediğin yerdesin ama bu senin sevdiğin birşey sadece, uğruna ölüp bittiğin değil...

Eh derken diğer mutluluk kriterleri yalan oluyor. Bir temel kuramadan neyin peşinde koştuğunu bilmeden bu nafile tavırlar da ne oluyor böyle...

Akışa bırak yine de kendini, seni engelleyen yok ama sınırlarını korumayı ve hayallerini kurmayı ihmal etme. Biraz daha özveri istiyor senden küçük dünyan...

15 Haziran 2011 Çarşamba

Nick Cave nedenini bilmeden sevdiğim birisi. Onu sevmek için bi kaç kez dinlemiş olmak yeterli olur mu bilmiyorum ama içimde bi yerlerde sürekli hazır bekleyen özgürlük ve acı-tatlı mutluluk fitilini ateşliyor ara sıra.

Free As a Bird derken Beatles ruhum uçuyor sıcak güney illerine. Sanki hep kıştan, bahara dönüyor hava onları dinlerken!

Bebel Gilberto, sımsıkı sarıyor Lonely Lonely Lonely derken.

Oh yeah diyorum ve Yo Yo Ma ile cila yapıyorum mütemadiyen!

14 Haziran 2011 Salı



“Birgün her şey bitecek, herkes için son var ve ebediyet sadece güzel bir nostalji” dedi genç kadın. Ona, “başlatma felsefenden, nostaljinden yahu, her canlı ölümü tadacak de geç işte” diye karşılık verdi düz adam.

Kadın duygulandı ve boynu bükük duruşuna hiç bir tepki vermeyen adama dönüp, “hayatın ruhuna sinen duman kokusundan bıkmış, tazeliğe aç kalbini” dedi. Adamımızdan el cevap ise, “sigara mı kokuyorum kızım” oldu sağını solunu koklarken...

“Bazı şarkı sözleri” dedi ve sustu kadın. Adam artık onu duymuyor, heyecan içinde ve gözlerini 4 açmış vaziyette ps oynuyordu...

Kadın, Yasemin Mori’ye kulak verip her şeyin bittiğini itiraf etti kendine... Kadın çıktı ve gitti, adam ayrılıkların bazen güzel olabileceğini düşünüp hayatına devam etti.

Kadın sudan çıkmış balıktı, adam ise bu ilişkiden hiçbir değişikliğe maruz kalmadan çıkmıştı.

Ayrılıklar bazen iyi olabilir ama çoğunlukla, düşüncesi bile titretir. en iyisi şöyle yapmalı, en kötüsü işe şudur diye bişey söylemek imkansız ama en az hasarı almamak için, düz mantık ile hareket etmek gerek belkide...

Eh bu da evrensel sisteme uygun değil ama... her zaman çıkmazlar var. Olmak zorunda!

10 Haziran 2011 Cuma


Yok dostum aşk diye bir şey yok...

a home at the end of the world’ü okuyorum ve artık aşka inanmıyorum, hayır. Kendimi sürüklenen bir tekne içinde ve gördüğü bir kaç dala, budağa, ağaca, kalasa aşık olurken hayal ediyorum. Evet evet çok zor değil bunun hayalini kurmak, zira hayat buna pek yakın değil mi? Kimse tam olarak karşılığını, aynasını bulamıyor tek bir kişide ya da bunu tamamlamak için sayıyı artırıyor ama her zaman o uyumu yakalayamıyor. Çok fena...

Sadece doğup, büyüyüp, çalışarak bişeyler ortaya koyup, üreyecek eşi bularak üredikten sonra veda ediyoruz hayata, kabaca... farklı bir tarz geliştirmeye çalışmak, alışılmadık şeylerin peşine düşmek kabul görmeyen bir vaziyet. bu kurgunun dışına çıkan cezalandırırılır, aşık olması engelleyenebilir ya da sağlıklı olması veya mutlu olması... “sen yeter ki çizginin dışına çıkmaya çalış biz seni çok güzel engelleriz dostum” der durur dış ses. Hayır bu tanrının sesi değil, onun bu kadar acımasız olduğuna inanmıyorum ve tanrı ile insanlar arasında orta kademe yöneticisi olduğuna eminim... tanrının büyük patron olduğuna inanıp, genel müdüre eyvallah demek bana daha sempatik geliyor.

Rebecca, rebecca diye başlayan günü, başka bir isimle bitirmeyi istiyorum... umarım, mars'ta zaman kayması’ndan bir isim bulur yazarım da için bi rahat eder kardeş.

9 Haziran 2011 Perşembe


Her şey nasıl başladı hatırlamıyorum ama zamanın içerisinde, geri dönülmez şekilde ilerlediğimi fark ettiğim anın 7 yaşım civarı olduğunu hatırlıyorum. Sonrasında ise, değişiklik yapamayacak durumda olduğumu düşünüp, boşverdim biraz. Aslında hiç bir zaman geç değildi ve 7 yaş kesinlikle hiç ama hiç geç değildi. O saatten sonra yapabileceğim tek şeyin akademik değişiklikler olacağını düşünerek okula başladım.

Zira, kişiliğim o zamanlardan az çok belliydi işte ve ne yapabilirdim ki bunu değiştirmek ya da güncellemek için. Anneme ve babama söyleyemezdim, yoksa kolumdan tutup bir doktora götürürlerdi beni. (annem farklı caselerde yaptı bunu bir kaç kez) zaman çok hızlı geçti, evet şimdi işte bu olduğum noktaya kadar deli gibi geçti zaman. Şimdi ise büyük icadım olan zaman durdurma teknolojisinden bahsetmek istiyorreeeee :)

Ciddi olduğumu düşünen kişilerin gözlerinden öpüyorum ama teknik olarak göz öpmek düşüncesi beni biraz irrite ediyor. O zaman “yaşasın teori” diyoruz.

Lafımı unutabilirim her zaman ama unutmayacağım birşey var ki o da unutulan lafı hatırlamaya çalışırken “ay lafımı unuttum” deyip komik duruma düşmemek gerekliliği... bu durumlarda son cümlenizi biraz daha ek sözler, jest ve mimikler ile tekrarlayın, o arada da bir sonraki cümleyi düşünün ya da düşünmeyin sonsuza kadar son cümleyi tekrarlayın.

Bilmiyorum ama “tekrarlar ver geri dönüşler” diye bir film görmüştüm gelecek zamanda.

İzleyin ve ana fikrin “tarih tekerrürden ibarettir” olduğunu görüp bu trajediye yeni bir ana fikir önerin.

Mr.Nobody izleyin ya da işte ne bileyim ben!?


Merhaba, anlatmam gereken kısa bir durum var. Aslında kendisini çok severim ve içiçe yaşantımıza da hayranım gayet, ancak daha evvel 100 kez söylediğim halde, dün gece yine deliler gibi içti ve zil zurna sarhoş oldu. Tamam abartıyorum bende biraz ama içti işte. Aklında geçen her küçük düşünce ve her saçma şey için bir yudum aldı, sonra her büyük düşünce ve mantıklı şey için bir yudum aldı, bir kaç kez kadeh kaldırdı, derken beklenen son geldi çattı: muazzam düşük çeneli sarhoşluk!

O kadar içtiği halde, yine de evinin yolunu bulmasını her zaman takdir ettim ve ediyorum. Ayrıca erkencikten uyanıp, kahvaltısını yaptı ve evden çıktı ya, gözümde büyüdü resmen. Ama gece akıllı insan gibi içemedi. Bunu ne zaman öğrenecek bilmiyorum, anlatmaya çalışsam “sen beni kısıtlamaya çalışıyorsun” diyecek ve çok abartılı noktalara gidecek olay...

Susmayı tercih ediyorum, onun yerine 2 satır ben yazdım işte. Olmadıysa zaten o bana söyler söyleceğini. Lafını sakınamaz hiç, dilin kemiği yok diye, elinden geleni ardına koymaz...

8 Haziran 2011 Çarşamba


Offf yazamıyorum işte. Aklıma hiçbir şey gelmiyor ama yazma gerek yarına kadar. Peki neden yarına kadar? Çünkü her şeyin bir deadline’ı var değil mi?

Ama ben şu an tek satır yazacak güce bile sahip değilim sanki... hiç değilse başımdan geçenleri yazsam ya da bir hikaye uydursam yazsam. Olmazsa başka şeyler düşünürüz. Bu deadline’lar yaratcılığı sınırlandıran şeyler gibi alhissettiriyor ama aslında – bence – doğuma yardım eden ebe gibi doktor gibi bişey bunlar.

Feci halde ruhum sıkılıyor yapamadıkça ve yapamadıkça...

Birde bunun hesabını verdiğim kişi kendim değilim, kendime hesap veriyor olsam zerre sallamam, umursamam zira, kendime saygım yok, yok evet bitti kalmadı!

Ne var, kendine saygısı olmayabilir bir insanın, kendini umursamayan bi insanın saygı derdinde olması beklenemez!

Kendime kızıyorum. Çünkü hissetmemek ve yaşamamak için bazı duyguları, çaba harcadım.

Şimdi bu duyguları tekrar hissetmek zor zor zor, ay imkansız ayol!

Üf çok fena, ne olacak bilmiyorum.

Hemen 2 kelime yazsam, devam eder, evet evet!

İnanıyorum!

6 Haziran 2011 Pazartesi

biraz daha çay lütfen...


Genellikle ne olacağını bilemezsin ama bilecekmiş gibi yaşarsın.

Mesela gidip mutfaktan bir fincan çay alırsın ve onu içmektir niyetin ama öyle olmaz ne yazık ki, % 50 oranında içilmez o çaylar ya da yarısı içilir. Biz de zaten içilen ve içilmeyen miktarı oranlamıştık.

Sonra günler gelir geçer ve geçmişe baktığında içmeyi tasarladığın litrelerce çay olduğunu görürsün, daha şanslı olanlarımız ise o çayları geçmişe döner ve içerler.

Şaka şaka içmezler tabii ki, sadece geçmişte ki çayları düşünmezler ve “dert yok, tasa yok” yaşar giderler.

Ancak bazı geriye dönenler vardır ki, onlar o geçmişte kalmış çaylar için oturup ağlayabilirler! Aman allahım ikimize karşı bu dünya, çaylar ve ben! İkimiz kelimesi çok yetersiz ama çok sevdim teoman’ın aşk ve gurur albümünü.

Bu hayatta bizi böyle yakamızdan tutacaksa ve çay bahçelerine atacaksa...

Kapıları kapatma, içeri girmek ve içmeyeceğim çaylar almak istiyorum.

Litrelerce çay, varlığı beni mutlu eden ama ancak yarısını içebileceğim çay.

Hesaplamak istemiyorum ama gayet Türk olan beynim, günde 3 fincandan 10 senede kaç fincan içeceğimi hesaplamak istiyor. Söz veriyorum yapmiycam bunu. Ayrıca ben çayı şekersiz severim, kahveyi ise hiç sevmem. yani şekerli ya da şekersiz değil, hiç.

Şu never, ever muhabbeti işte.

Çay severim, teoman severim, müzik severim ama geçmişte olan bitenlere hasta ruh gibi bağlanıp, oralarda açılmış yaraların iyileşmemesi için her şeyi yapmayı o yaraları tekrar tekrar deşmeyi daha çok severim.

Sevgi dolu bir insanım velhasıl...

23 Ekim 2009 Cuma

senden, benden, bizden...

olaylar içinde yüzerken ve kişilerle uğraşırken düşünceler üretmek gerçekten zor...
e önemli olanda zor olanı başarmak öte yandan.
tam böyle bir kafa ile yola çıkmıştı ki savaşçı, aslında çok yorulduğunu fark etti.
bir nehir kıyısına yerleşti ve su sesine kulak vermeye karar verdi.
paradan puldan üstün bir varlık olmasına aldırış etmeden para istedi.
para ve su sesine kadın sesi ile trio yaptırmalıydı.
bülbül gibi şakıyan kadın yerine en azından dır dır etmeyen bir kadına bile razıydı.
dünya 3 gündü, yarın, bugün ve dündü...
her şey 3'tü, 3 büyülüydü...